22 Ocak 2014 Çarşamba

My Mad Fat Diary - 2. Sezon

Özledik, özledik, -ve son kez- özledik!

1. sene olmuş neredeyse izleyeli ve yeni sezon beklemek kadar çileden çıkartan başka bir şey daha olmasa gerek.  Bir de topu topu 6 bölümden oluşunca bir sezon daha bir fena.
tamam, kendi düşüncelerimi bir kenara bırakıp devam edeceğim.

Lütfen 1. sezonu izlemediyseniz şöyle buyurun :)

Takipçilerinin bildiği üzere 1. sezon biraz tanışma faslıydı.


İçi yumuşak dışı sert büyük boy çikolatalı kurabiyemiz Rae hastahane ortamından kurtulmuştu.






hafif sürtük Chloe'nun da yardımıyla kendi çevresini kurmuş,





yetmemiş üstüne de aşık olmuştu. (bkz. Archie, Finn )




Tabi her şey böylesine toz pembe geçmemişti kurabiyemiz için.  Annesinin tekrardan evlenmesiyle ilgili sorunlar Rae için pudra şekeri sayılır.

Bir de şişko(!) Tix'imizi unutmamalıyız, o da en son yoğum bakımdaydı :(






Archie, sonrasında Finn'de mutluluğu buldu ama bakalım elinde tutabilecek mi?  Hele ki okula geri dönüyorken, upss ağzımdan kaçırdım.

2. sezonda kızımız Rae okula geri dönüyor!!!
Zaten okulu vaktinde psikolojisin in bozulmasında baya etkiliyken şimdiki dönüş zor olacakmış gibi gözüküyor. Artık Fiin'le olduğundan daha kolay atlatmasını umuyorum.
Tabi Finn'le ilişkisi nasıl gider bilinmez.

Videonun altında 13 Ocak yazsada siz inanmayın, şubattan önce yeni bölüm yok :(

Ve 2. sezonda sürprizler beklediğin diğerleri:

Şapkasız tanımak zor ama evet, Danny

Biz Oasis şarkısıyla kapatalım :D

Ben zaten araştırdım size zahmet olmasın:
Finn karakterini canlandıran Nico Mirallegro'nun twitter adresi (Hollyoaks'ın emo Newt'iymiş kendisi O.o)



11 Ocak 2014 Cumartesi

Portobello Cadısı - Paulo Coelho

"Eğer bütün kelimeler bitişik olsaydı bir anlam çıkmazdı ya da en azından anlamı çıkarmak çok zor olurduBoşluklar çok önemlidir."


Paulo Coelho okuyanlar herkes onun mistik sözlerinden payını almıştır.
Hikayeleri, olayları unutsak da damağımızda kalan tadı hatırlarız.  İşte böyle benim için de Portobello Cadısı böylesine değerli.  
Kitabı okuyalı 5 seneden fazla olduğu için yanlış anlatmak yerine arka kapak yazısıyla devam edeceğim.

Gizemli bir kadının öyküsü Onu yakından tanıyan, belki de hiç tanımayan dostlarının ağzından Kim olduğumuzdan emin olmasak da, kendimize karşı her zaman içten olma cesaretini nasıl ediniriz? Paulo Coelho, yeni romanı Portobello Cadısı’nda bu sorunun yanıtını arıyor. Portobello Cadısı, Athena adlı gizemli bir kadının öyküsünü, onu çok iyi tanıyan -ya da hiç tanımayan- yakınlarının ağzından anlatıyor. 
İnsanlar bir gerçeklik yaratıyorlar, sonra da kendi yarattıkları gerçekliğin kurbanı oluyorlar. Athena işte buna başkaldırdı ve bunun için büyük bir bedel ödedi… 

Heron Ryan, gazeteci.

Athena, duygularımı biraz olsun göz önüne almadan kullandı ve yönlendirdi beni. Hocamdı, kutsal sırları aktarmayı, aslında hepimizde var olan o bilinmeyen gücü uyandırmayı üstlenmişti. O yabancı denize atıldığımızda, bize yol gösterenlere körü körüne güveniriz, çünkü bizden daha fazla bildiklerine inanırız… 

Andrea McCain, tiyatro oyuncusu. 

Athena’nın en büyük sorunu, 21. yüzyılda yaşayan bir 22. yüzyıl kadını olması ve bu gerçeği hiç gizlememesiydi. Bir bedel ödedi mi? Kuşkusuz, ödedi. Ama coşkuyla taşan gerçek benliğini bastırsaydı, çok daha büyük bir bedel ödeyecekti. Durmadan başkaları ne der diye kaygılanan, kırgın ve mutsuz biri olacaktı. Deidre O’Neill, Edda diye biliniyor.

Portobello kitabı akıcı bir olay örgüsüne ve bolca sürprizle doluydu.  
Umarım beğenerek okursunuz :)

4 Ocak 2014 Cumartesi

The Classic (Keulraesik - 클래식)

"Biri günümüzde diğeri ise onlarca yıl önce yaşanmış ama aynı acıyı taşıyan iki hikaye"


Yazıyı okumadan önce lütfen müziği açın :)

Ji Hye (Song Ye Jin) ve yakın arkadaşı aynı kişiden, Sang Min'den hoşlanıyordur ancak içine kapanık kızımız Ji Hye arkadaşımın aşkı deyip geri planda kalıyor; yetmiyor, üstüne arkadaşının ricası üzerine onun ağzından mailler yazıyor oğlana.  Tabi bütün bunlar günümüz kısmında yaşıyor.

Kızımız Ji Hye babasını çocuk yaşta kaybetmiş ve annesi de şu an yurt dışı gezisinde.  Bahar temizliğinden olsa gerek evdeki kitapları yerleştirirken annesinin sakladığı mektuplar pencereden gelen rüzgar sayesinde tüm odaya dağılıyor.  Kızımız bu mektupları babasının yazdığını zannediyor ama okuyunca aslında annesi Ju Hee'nin ilk aşkı Jun Ho tarafından yazıldığını öğreniyor.
Jun Ho oğlumuz ve Ju Hee kızımız büyüklerini ziyaret ettikleri bir tatil sırasında kırsal bir yerde tanışıyorlar ancak evlerine döndüklerinde bir daha karşılamayacaklarını düşüncesiyle ayrılmak zorunda kalıyorlar.  Ancak askeri lisede okuyan oğlumuzun sırım gibi arkadaşı olan Tae Soo'nun hoşlandığı kıza yani Ju Hee'ye mektup yazması ricasıyla yolları tekrar kesişiyor. 
Geçmişteki olaylar işlenirken günümüzdeki Ji Hye & Sang Min ilişkisi de unutulmuyor tabii.

Peki ben niçin izledim ve ne düşünüyorum?

Ben filmi müziklerinden (sountrack/OST) birini seslendiren Kim Kwang Seok'dan ötürü izledim.  The Prime Minster and I'da kızımız ve başkanın en sevdiği sanatçı olunca bakıp sevmiştim, baştaki şarkı da filmi izlemeye itti diyebilirim.  

Film nasıldı'ya gelecek olursak başlarda birazcık eğlecli ama geri kalanı romantik ve hüzünlü diyebilirim.  Always gibi damar ve derbeder değil ama saf aşkların acısı ağlatabilir.  Her ne kadar tam bir mutlu son olmasa da gerektiği gibi bağlamışlar sonunu.  

Ben Ji Hye ve annesini  Ju Hee'yi oynayan Son Ye Jin'i ve Sang Min'i oynayan Zo In Sung'u sevdiğimden daha bir rahat izledim.  Zaten ikisi de pek bilinen Koreli oyunculardan. K-dramasının zirvelerinden biri olan A Moment To Remember'dan veya Personal Taste'ten Ye Jin; In Sung'u da 2012'nin popüler K-dramalarından That Winter The Wind Blows'dan ya da askerlik öncei diizlerinden What Happened in Bali'den (The Master's Sun'ın Master'ı So Ji Sub da oynar) hatırlayan hatırlar.  Yok bilmiyorsanız, mutlaka izleyin derim That Winter'ı, kış aylarına neden bizde kar yağmıyor diye depresyona sokacak derece güzel arka planları vardı.  Konudan yeterince koptuğuma göre bir kaç fotoğrafla yazıyı bitirebilirim :D






Ben zaten araştırdım size zahmet olmasın:
IMDB